Yapay zekâ teknolojileri son yıllarda o kadar hızlı ilerliyor ki, her geçen gün bir yeni uygulama ya da modelle karşılaşıyoruz. Bu gelişmeleri heyecanla takip ediyorum ama zaman zaman bazı sorular da kafamı kurcalıyor. Mesela, bu kadar büyük modelleri eğitmek ve kullanmak için harcanan enerji ne ölçüde? Yani sırf algoritmalar çalışsın diye kömür mü yakıyoruz? Bu soruların cevabı aslında biraz düşündürücü. Çünkü elimizdeki veriler, yapay zekânın enerji tüketimi konusunda oldukça çarpıcı bir tablo çiziyor. Hatta bu teknolojik sıçramanın çevresel maliyetleri hakkında düşünmeden edemiyorum. Bu yazıda konunun ilk yarısına yakından bakalım istedim.
Enerji tüketimi patlaması
2024 yılı verilerine göre dünyada veri merkezlerinin toplam elektrik tüketimi %1,5 seviyesine ulaşmış durumda ve bu oran gittikçe artıyor. Yani başka bir deyişle, dünya genelindeki tüm elektriğin azımsanmayacak bir bölümü sadece bu merkezler tarafından tüketiliyor. Uluslararası Enerji Ajansı’na (IEA) göre bu tüketimin 415 teravat-saat (TWh) civarında olduğu tahmin ediliyor. Kıyaslamak gerekirse, bu neredeyse Brezilya gibi büyük bir ülkenin yıllık elektrik tüketimine denk geliyor.
Dahası da var. Eğer mevcut trend değişmezse, 2030’a kadar bu rakamın 945 TWh’ye çıkabileceği öngörülüyor. Bu da bugünkü Japonya’nın toplam enerji tüketimine yaklaşık eşit! Düşünsene, sadece yapay zekâ ve veri işlemeye bu kadar enerji harcamamız, enerji altyapısı ve üretiminde nasıl bir baskı yaratacaktır?
Veri merkezlerinin devasa ihtiyacı
Bu noktada işin can alıcı kısmı, büyük veri merkezleri. Şu anda faaliyette olan ortalama bir veri merkezi, 100 bin hanenin yıllık enerji ihtiyacına eşdeğer elektrik tüketiyor. Üstelik bu sadece bugünkü kapasite. İnşası süren yeni nesil veri merkezlerinin, mevcutlardan 20 kat daha fazla enerjiye ihtiyaç duyacağı söyleniyor. Bu rakamlar bana “Ne kadar verimli olsalar da bu sistemlerin sürdürülebilirliği ne ölçüde mümkün?” diye sorduruyor.
Yani yapay zekâ sayesinde hayat kolaylaşıyor, evet. Ama görünmeyen bir bedel ödeniyor gibi de duruyor. Daha da çarpıcı olan, bu teknolojilerin yaygınlaşmasıyla birlikte enerjideki asıl artışın henüz başlangıç aşamasında olması. Ana sayfa üzerinden de benzer yapay zekâ makalelerine ulaşabilirsin, böylece konunun farklı boyutlarına da göz atabilirsin.
ABD’nin gelecekteki yapay zekâ senaryosu
Bu anlamda ABD özellikle dikkat çekiyor. Çünkü sadece Amerika’da veri işleme ve yapay zekâ teknolojilerinin enerji tüketiminin, 2030 yılında çelik, çimento ve kimya gibi geleneksel, enerji yoğun sektörlerin toplamından daha fazla olacağı tahmin ediliyor. Düşünsene, bir gün yapay zekâ sektörünün enerji ihtiyacı, sanayi devriminin sembolü olan bu dev sektörleri bile geride bırakabilir.
Bana kalırsa bu durum, enerji yönetiminin artık sadece klasik sanayi ve ulaşım sistemleriyle ilgili olmadığını gösteriyor. Yeni teknolojilerin enerji yol haritasında nasıl bir rol oynayacağı çok daha önemli hale geliyor. Özellikle hükümetlerin bu yeni denklemde nasıl politikalar geliştireceği, sürdürülebilirlik açısından kritik.
Yenilenebilir enerjiyle ne kadar örtüşüyor?
Bununla birlikte enerji üretimi kaynakları da bu denklemde önemli bir başlık. Şu anda artan enerji talebinin yalnızca yarısının yenilenebilir kaynaklarla karşılanabileceği öngörülüyor. Geri kalan kısmı ise fosil yakıtlar veya nükleer enerjiyle sağlanmak zorunda. Bu da doğrudan karbon emisyonlarına ve iklim değişikliğine katkıda bulunuyor.
Hatta bazı kömür santrallerinin artan talebe karşılık yeniden faaliyete geçirilmesi gündeme gelmiş durumda. Bu ise yıllardır çevre hareketlerinin ve uluslararası anlaşmaların çabalarıyla ulaşılan birçok iklim hedefinin sekteye uğramasına yol açabilir.
Yani bir tarafta çevreci çözümler arayan dünya ve ülkeler var. Öte yanda ise yapay zekâ gibi geleceğin olmazsa olmazı olarak gösterilen ama inanılmaz enerji tüketen sistemler… Bu ikisinin nasıl bir dengede var olacağı sorusu gerçekten karmaşık. Yazının ikinci kısmında, bu enerji krizinin su tüketimi ve ekolojik etkileri ile birlikte yapay zekânın potansiyel çözümleri nasıl sunabileceğini konuşacağız.
Su tüketimi ve ekolojik baskı
Yazının ilk kısmında yapay zekânın enerji tüketimi konusunda ne kadar iştahlı olduğunu detaylı bir şekilde irdelemiştik. Ama tüm bunlar sadece elektrikle sınırlı değil. İşin bir de su tarafı var ki, bence yeterince konuşulmayan ama oldukça kritik bir konu.
Veri merkezleri sadece elektrik değil, aynı zamanda su da tüketiyor – özellikle de soğutma sistemleri için. Birçok yüksek kapasiteli işlem gerçekleştiren sunucu, çalıştıkça ısınıyor ve bu ısıyı kontrol altında tutmak için ciddi anlamda soğutmaya ihtiyaç var. Bu da çoğu zaman milyonlarca litre suyun devreye girmesi anlamına geliyor. Özellikle kuraklıkla mücadele eden bölgelerde bu gerçekten büyük bir problem haline gelebilir. Yani sadece enerji değil, su kaynakları da bu teknolojik büyümeyle ciddi bir baskı altında.
Mesela Amerika’da bazı eyaletlerde bulunan veri merkezlerinin yıllık su tüketimi, küçük ölçekli bir şehrin toplam su ihtiyacına eşdeğer olabiliyor. Arizona, Nevada gibi su stresi yaşayan bölgelerde ise bu durum su politikaları üzerinde doğrudan baskı yaratıyor.
Yapay zekâ çözüme de katkı sağlayabilir mi?
Şimdi bu kadar vahim tablo çizdik ama işin enteresan tarafı şu: Yapay zekâ bu sorunun sebebi olduğu kadar, çözümünde de rol oynayabilir. Biraz paradoksal gibi duruyor ama gerçek bu. Yapay zekâ algoritmaları enerji sistemlerinde verimliliği artırmak, kaynakları daha etkili kullanmak ve sürdürülebilirlik sağlamak için oldukça geniş bir potansiyele sahip.
Örneğin, yenilenebilir enerji sistemlerinin yönetiminde yapay zekâ kullanıldığında, üretim tahminindeki doğruluk artıyor ve böylece elektrik şebekesi daha dengeli bir şekilde çalışabiliyor. Rüzgâr ve güneş gibi sürekli değişken kaynaklardan elde edilen elektriğin sisteme entegrasyonu sorun yaratabiliyor ama yapay zekâ bu değişkenliği analiz ederek daha öngörülebilir hale getirebiliyor.
Yine aynı algoritmalar, şehirlerin enerji tüketim desenlerini analiz ederek enerji tasarrufu sağlayacak stratejilerin belirlenmesine yardımcı olabiliyor. Kimi ülkelerde bu tarz sistemler otobüs ve metro hatlarında kullanılarak ciddi yakıt tasarrufları sağlandı bile.
Sorun sistemsizlik mi?
Bana göre en büyük problem, bu yeni teknolojilerin hızla büyümesine karşın onlara uygun politikaların yeterince hızlı geliştirilememesi. Yani yapay zekâ koşarak ilerliyor ama enerji alt yapıları hem regülasyon hem de teknik anlamda yürüyerek geliyor adeta. Bu da dengesizlik yaratıyor.
Şirketler, sistemlerin daha verimli hale getirilmesi için yatırım yapıyor evet ama aynı hızla politik çerçeve oluşmuyor. Örneğin Avrupa Birliği’nin “Yeşil Mutabakat” gibi adımları var ama bunlar hâlâ yapay zekâyı doğrudan adreslemiyor. ABD tarafında bazı enerji verimliliği teşvikleri gündemde, fakat bu da henüz kapsamlı değil. Gidişatı dengeleyebilmek adına uluslararası bir koordinasyon şart gibi duruyor.
Uzun vadede dengelenme mümkün mü?
Kendi adıma, yapay zekânın uzun vadede enerji krizine tam olarak çözüm sunabileceğini söylemek için henüz erken olduğunu düşünüyorum. Ama umut vaat ettiğini de inkâr edemem. Belki de mesele, teknolojiyi nasıl kullandığımızla ilgili. Yani yapay zekâyı sadece yeni çözümler üretmek için değil, mevcut sistemleri daha yaşanabilir hale getirmek için de kullanmak gerekiyor.
Mesela akıllı şehir kavramı son yıllarda çokça gündeme geliyor. Bu şehirlerde trafik yönetiminden atık kontrolüne, elektrik şebekesinden su dağıtımına kadar her alanda yapay zekâ destekli karar alma sistemleri devreye alınıyor. Bu, hem enerji tasarrufu sağlıyor hem de çevreye olan etkiyi azaltıyor. Akıllı şehirler hakkında daha fazla bilgi gayet kapsamlı şekilde bulunabilir.
Çözüm kolektif çabayla mümkün
Sonuç olarak bence şunu net şekilde söylemek mümkün: Yapay zekâ sistemleri hem tehdit hem de fırsat. Önemli olan bu potansiyeli hangi yöne kanalize ettiğimiz. Firmalar daha verimli algoritmalar geliştirmeyi hedeflemeli, kullanıcılar ise farkında olarak bu teknolojilere yaklaşmalı. Ama asıl iş hükümetlerde ve küresel kurumlarda. Uygun dengeleme mekanizmaları ve stratejik planlamalar yapılmadığı sürece sistem kendi içinde yıkıcı olabilir.
Her geçen gün yeni bir yapay zekâ ürünü duyarken, bu sistemlerin arka planda ne kadar büyük altyapılara ve doğal kaynaklara ihtiyaç duyduğunu da unutmamak gerek. Teknolojik ilerlemeyi destekliyorum ama bunun sürdürülebilir olması için ana çerçevenin iyi çizilmesi şart. Eğer bu denge sağlanırsa, yapay zekâ sadece yeni bir teknolojik atılım değil, aynı zamanda çevresel ve toplumsal dönüşüm için güçlü bir katalizör olabilir.
Konuyla ilgili diğer makalelere ana sayfa üzerinden ulaşabilirsin, orada çeşitli başlıklar arasında dolanırken daha fazla bakış açısı edinebilirsin.